23 Mayıs 2009

Bir gün daha..

Saat 07:19

"Takkk!". Apartmanda yankılanan bir kapı çarpma sesi. Muftakta bebeğine mama hazırlayan kadın kendi kendine söyleniyor. Karşı dairedeki gencin her sabah kapıyı çarparak evden çıkmasına artık dayanamayacak durumda, karşılaştıklarında mutlaka onu uyarmalı. Göz ucuyla pencereden dışarı bakıyor, işte orada, koşar adımlarla gidiyor. Heralde geç kalmış. Hıh! Üstünde sadece bir penye var, üşüyecek.

Saat 07:26

"Hadiii Yalçın!". Sigarasından uzun bir nefes alıp, atıyor yere. Araba daha boş sayılır, ama
yine de çıkacak yola; sıra ile bu işler. Tamam diyor amirine, çeviriyor kontağı. Arkadan, sabırsız madeni paralar gönderiliyor, yanlarında ikişer kelimelik notlarıyla. "Bi üsküdar", "iki karfur"... Önündeki durağa doğru, yavaşça sürüyor minibüsü, kazanacağı her saniye, yeni müşteriler getirebilir. Duruyor durakta, bağırıyor istikametini, alışkanlıkla son kez arkasını dönüp sokağın köşesine bakıyor. İşte orada, elini kaldırmış, koşan çantalı çocuk. Sırıtıyor, kimbilir kaç kere böyle müşteri yakaladı; penyeli genç delikanlının cüzdanından çıkan jilet gibi beşliği alırken, halinden memnun. İşini biliyor.

Saat 08:12

"Yuh be kardeşim!". Böyle bağırdı Üsküdar Beşiktaş motor iskelesindeki görevli. Mevsimler değişirken, başının üstünde bulutlar yerini parlak gökyüzüne bırakırken; o hep, her sabah olduğu yerde. Üzerine taarruza geçmiş takım elbiseli orduyu göğüslüyor. Kendinden emin, - öyle de olmalı - kalkmakta olan motora yetişmeye çalışan geç kalmışları daha da geç kalmaları için boş motora binmeye ikna etmeli. Uzaktan görüyor düşmanını, yılların tecrübe kazandırdığı gözleriyle. Koşan, çantalı genç, belli ki çok geç kalanlardan. Bakıyor arkasındaki motora, bir bölük takım elbiseli yüklenmiş bile, düdüğünü çalıyor. Dönüyor arkasını, gözgöze geliyorlar, kesin kalkan motora binmeye çalışacak. Diğer motora diye sesleniyor, çocuk üstüne geliyor. Yorulmuş gögsünü öne çıkartıyor, onu durduracak, genç koşarak yanında geçiyor, çok hızlı. Penyeli genç iskeleden ayrılan motora atlarken, görevli arkasından bağırıyor.

Saat 08:17

"Geç kaldım". Beşiktaş yolundaki servis şöförü göz ucuyla saate bakarken aklında bu cümle var. İki dakika önce iskele önünde olup, üniversitelileri alması gerekiyordu, oysa ancak ulaştı Barbaros yokuşundaki Ortaköy sapağına. Işığı beklerken ertafına bakınıyor, yine çok trafik var. Yeşil yanıyor, yollanıyor iskeleye doğru; sürerken ekmek teknesini bir yandan denize bakıyor, yeni bir motor kıyıya yanaşıyor. Vardı sonunda, açıyor kapıyı. Giriyor birer birer genç yolcuları, bir tanesi nefes nefese. Çocuğun üstünde sırf bir penye var.


Gözlerim kapalı, nefesimi düzenlemeye çalışıyorum. Açıyorum gözlerimi, evet hala servisteyim. Sanırım bu bir rekor, ya da uzun zaman sonra ilk kez şanslıyım. Servis geç kalmasa yetişemezdim. Zincirlikuyu'ya doğru giderken, pencereden izliyorum İstanbul'u, her gün yollarında en az dört saatimi geçirdiğim şehri. Kafamda tartmaya çalışıyorum benden alıp, bana verdiklerini. Terazi zaten hatalı, biliyorum ki O asla kaybetmeyecek ve ben O'nu terketmeyeceğim.

Biz, bu şehrin yollarının aşındırıcıları, bağımlı gibi, pısırık bir sevgili gibi, gece gündüz O'nun koynunda yaşamaya devam edeceğiz. Halimizden şikayet ederek, ama kanarak hep güzelliğine...



1 yorum:

  1. hangi okulda okudugunu anladım....hemen yarın gelip seni bulacagım.servisin yine geckalır mı acaba???

    YanıtlaSil